19 Aralık 2014 Cuma

Küçük Demirkazık Kuzey Duvarı, 2000



Küçük Demirkazık Kuzey Duvarı


Eylül 2000


         2000 yazı benim için dağcılık açısından pek parlak geçmemişti. Anadolu Üniversitesi’nden yeni mezun olmuştum ve daha ne olduğunu anlayamadan kendimi iş hayatının karmaşası içinde bulmuştum.
        
         Yaz sonu geldiğinde nihayet kendimizi Aladağlar’a atabilmiştik. Gerçekleşmesi muhtemel pek çok planla gelmiştik yine Niğde’ye. Ama çok da umursamıyorduk aslında. Dağdaydık ya işte, bu yetiyordu. Ama tuhaf duygular içindeydim. İş hayatının, hele benimki gibi bir işin insanları dağlardan nasıl da koparabildiğini üzülerek görüyordum. Çiçek çocuk muhabbetlerine de çok fazla girecek durumda değildim. Bu işe ihtiyacım vardı ve bulmuşken bunamamalıydım. “Hem nasılsa İstanbul’da bol bol Ballıkayalar’a giderim” diye de bir züğürt tesellisi tutturmuştum.

            Üç-dört gündür Cimbar’da eğleniyorduk. Tayfayla gündüzleri tırmanıyor, Red Hot dinliyor, akşamları bol geyikli, uzun soluklu yemekler yiyorduk. İşin dağcılık kısmı bir yana yıllardır adet haline gelmiş bir alternatif tatil gibiydi bizimkisi. Hem bu olay iyi kötü form tutmamıza ve hava yakalamamıza da imkan sağlıyordu. Adetimizden bahsediyorsak devamı da gelmeliydi. Yani gidip, bir de duvar tırmanmalıydık üstüne. Çoğul konuşuyorum ama arkadaşımın tırmanış tecrübesi yoktu. Bir şekilde yine yalnızdım işte ve planımı buna göre yapmalıydım.

         Beşparmak?.. Çok çürük diyorlar. Yalnızken gerek yok. Direktaş?.. Uzak kaçar şimdi, vaktimiz yok zaten. Büyük Demirkazık Kuzey?.. Oha, o kadar da değil... Antrenmansız, formsuz falan...

         Eee, n’apıcaz?.... Olur mu ki?.. Henüz hiç tırmanılmamış! Olm niye olmasın, kasarsa sallanır ineriz anasını satıyım!

         Sıcak bir sabahta Arpalık’a doğru iyi bir tempoyla yükselmeye başladık. Küçük Demirkazık Kuzey Duvarı. Daha önce Tunç Fındık ve bir arkadaşının bir kez denediğini biliyorum. Pek fazla bilgim yok. Ancak Küçük Demirkazık her rotasıyla çok sevdiğim ve Aladağlar’da yıllar evvel tırmanığım ilk zirve oluşuyla bende çok önemli bir yere sahiptir. Bu düşüncelerle Arpalık’tan Teke Pınarı’na doğru ilerlerken Arpaık’taki çeşmeye bir traktörün yanaştığını görüyoruz. İki tırmanıcı var, el sallıyoruz.

          Biz Teke Pınarı’na kampı kurduktan yarım saat sonra Tunç Fındık ve Kürşat Avcı çıkagelmez mi! “Allah” dedim, “Şansa bak”. Yarım saat kadar muhabbet çevirdik. BDK Kuzey Duvarı için gelmişler. Bize niyetimizi sordular, klasikten Küçük dedim.

         Hala tereddütlerim var galiba. Rotayı şöyle bir güzel kestirmeden önce boşboğazlık yapmak ve komik duruma düşmek istemem. Önce gözüm kesmeli, sonra beta toplamalıyım. Bu arada, "Beta" kalktı kendi işine gitti tabii...

         Öğleden sonra rotayı gören karşı yamaçta yükselip, hat kesmeye çalıştım. Genelde çok zor görünmüyor ama çıkarmaya çalıştığım muhtemel rotalarda hep birkaç sıkı kilit var sanki. Bunu ancak orada göreceğim, sabah ola hayrola.

         Gece tepemizde bir canavar çadırı parçalamaya çalışıyor sandım. Bunu duyan da bizi 7500 m.’de filan sanacak ama gerçekten Aladağlar’da böyle bir rüzgarı kışın bile nadiren gördüm. Sert rüzgar altında çadırı iyice gerdim. Çadır sürekli bir paraşütün ilk açılışta çıkardığı gibi sesler çıkartıyor, çubuklar çatırdıyordu.

         Sabah çok erken kalkmadık. Hava temiz her şey güzel. Laf olsun diye bir kahvaltıdan sonra yüzeyin altına geldik. 42 m., 10.5 mm ip, 9 express, 6 stopper, 5 hex, 6 sikke. Ohoo, daha çekiç de var. Yağmurluğu bırak, ilkyardımı bırak.. Biraz flaster, 1,5 lt. portakal suyu, 3 bar çikolata. Hadi bakalım!

         Yüzeyin tam orta altındaki çanağı dışarı açan kapı/boğaz benzeri aralığa doğru yürüyerek yükseliyorum. Burayı geçince gerçekten büyük bir çanağın içinde buluyorum kendimi. Tam karşısı balkon ve emniyetsiz. Sağ tarafından serbest tırmanıyorum. Bir, iki step IV gibi. Sonra yine sağdan sola diagonal IV+. Buralarda rota insanı alıp yükseltiyor zaten. Artık ipi açma zamanı geldi. Suyun griye boyadığı, kuru yüzeylerden ucube zig-zaglar çizmek zorunda kalarak yükseliyorum. V falan herhalde. Bu ip boyunun sonunda, önce biraz dik yükselen sonra sonra sola diagonal çıkan bir hat yakalıyorum. Tırmandığım çatlağın üst kısmını oluşturan kütle, şişman bir devin kemerinde tırmanıyormuşsunuz hissi uyandırıyor. Bu göbek sizi sürekli aşağı itmeye çalışıyor sanki. Bu kısım beni biraz hırpaladı. Yukarıdaki istasyon için müsait bir yer bulamadım. İstasyon çok dandik oldu. Sola yaptığım diagonal tırmanış o kadar değil de,  malzemeleri toplamak oldukça kasıcı ve zor oldu. Hat dik yükselirken pek problem olmaz, zaten iptesinizdir ve rahat hareket edersiniz. Ama böyle yatay ve zor bir hatta çalışmak, tırmanmaktan daha sıkıntılı oluyor. Pandül yememek için kendinizi ipe bırakamıyorsunuz çünkü. Ara emniyetlerin arası çok açık, pandül büyük. Hala botlarla tırmanıyorum, V+.

         Şimdi bu şişkonun göbeğini geçmeliyim. Tutamaklar fena değil gibi ama göbek büyük. Cevize tırmanan karınca misali bir oran düşünülebilir. İlk denemem sonuç vermedi, ters bir hareket var burada. İkinci denemeden önce küçük bir hamle yapıp, kol mesafeme bir hexo oturttum. Biraz düşündüm ve problemi kendimce çözmeye çalıştım. Burayı aşarsam çok kısa bir süre sonra zirve sırtına ulaşırım. Botlarım hala gayet rahat tutuyor. Dar ve ince kaya ayakkabılarını giymek istemiyorum nedense.

         Hareketi yapıp, hamleyi gerçekleştiriyorum ancak yukarı uzandığımda sağ elim sadece kayanın üzerindeki yumruları hissediyor. Çizgi film karakterlerinin uçurumdan düşmeden önceki aptal surat ifadeleri var yüzümde. Bu arada bu bölümün aynı zorlukta (VI), belki daha da fazla devam ettiğini görüyorum. Sonra dengem bozuluyor, ayaklarım boşlukta sol kolumda bir an sallanıyorum. Canım hexoya yapışıp güçlükle istasyona iniyorum. Kalbim gözlerimde atıyor sanki. Böyle sakat bir yerdeki düşüş hiç de hoş olmazdı.

         Korkarım burayı solo ve bu emniyet imkanlarıyla geçmem şu aşamada olanaksız. Ama inanıyorum ki iyi form tutmuş ve tecrübeli bir ekip burayı geçer ve zirve sırtına ulaşır. Tecrübeli diyorum çünkü, bu bölümdeki emniyet noktaları gerçekten tecrübe isteyen nitelikte. Daha sol yukarıyı da kontrol ediyorum ama durum aynı.

         Bir üniversal sikke bırakarak 20 m. kadar iniyor ve daha önce görmüş olduğum bir babayı saran beyaz perlonun daha yukarısına ilerliyorum. Burası da negatiflerle kilitlenmiş durumda, üstelik kaya da çamurlu.

         Perlona doğru tırmanarak iniyorum ve oradan yukarı devam. Bu nokta için bile daha sonra aşağıdan baktığımda oldukça solda olduğumu farkettim. Buradan sonra, konik bir yapının çevresinden sol yukarı tırmanıyorum. Rota son derece açık. Bu konik kütlenin yüzeye birleştiği çatlaktan 70 m. kadar V+ devam ediyorum. Çatlak sona erdiğinde tek alternatifim sağa yan geçiş. İki metre sağa geçip yukarı baktığımda aptallaşıyorum. Özellikle şu son etapta çok umutlanmıştım. Ancak şu anda zirveye veya zirve sırtına 25 m. kalmış durumda ama kaya perde gibi, neredeyse pürüzsüz. Derece bile veremiyorum. Bu kısım boltlu bir spor rota dahi olsa geçebileceğimden emin değilim.

         Burada oturabileceğim kadar bir yer bulup ilişiyorum.  Yazık ne kadar da yaklaşmıştım. Tırmanmaya başladığımdan beri ancak şimdi oturup çevreme bakma imkanı buldum. 6,5 saat olmuş. Her yer ne kadar da sessiz. Malzemenin şangırtısı da yok, nefesimin tısırtısı da. Şehirdeyken hepimizin dile getirdiği bazı şeylerin gerçek anlam ve değerleri burada bir kez daha canlanıveriyor benim için. Aslında işin özünde tırmanmaktan ne kadar zevk aldığımı hissediyorum bir kez daha. Zirveyle sonuçlansın ya da sonuçlanmasın şu son 6,5 saatin ne kadar keyifli geçtiğini farkediyorum. Rotaya kesinlikle amaçsız girmemeli ve belirlenen amaç için sonuna kadar mücadele etmeli. Ama  sonuçta keyif ve haz veren şey zirvede dikilip durmak değil, tırmanışın ta kendisi olmalı.

         Başka bir hat deneyecek durumum yok şu an. Sallanıp ineceğim.

         Tunç’un bıraktığını sandığım bir titanyum sikkeye geliyorum. Mor bir perlon var üzerinde. Biraz gevşemiş gibi, güvenemiyorum. Çıkarayım bari diyorum ama iyice gevşettiğim halde çıkmıyor. Başka bir şey çakıp iniyorum. İndiğim yerde bir kum saati var. Perlonu değiştirip kayıyorum. Bir kum saati daha. 6-7 m.lik siyah bir yardımcı ipin ucunda, üzerinde kırmızı bir bant olan, Kong-Bonaiti free karabin buluyorum burada. Bunları alıp yerine bir parça perlon bırakarak inişe devam ediyorum. Bir süre sonra hafif yorgun ama mutlu bir halde çadıra ulaşıyorum.

         Ben bir daha bu şekilde imkan bulabilir miyim bilmiyorum ama inanıyorum ki üzerinde onlarca muhtemel hat olan bu sağlam yüzey tırmanışa son derece elverişli ve bitirilebilir. Ben bir şekilde rotayı bitirmeyi başaramadım ancak iyi incelenirse bu yüzey çıkılabilir. (Belki de geçen sürede birileri tırmandı, onu da bilemiyorum doğrusu). Hatta benim geçemediğim kimi kilitler geçilerek bitirilebilir. Erken mevsimde pek çok duvardaki gibi burada da ıslaklık problemi yaşanabilir. Hatta  Eylül ayında inceden akan sular ve çamurlu yüzeyler gördüğüm düşünülürse, erken mevsimde tırmanıcılar burada boğulabilir bile. Yüzeyin en sağında oldukça büyük ve sola yatık bir dihedral (büyük, açık çatlak) tadında bir hat var ama bana kuzey duvarına aitmiş gibi gelmedi.


(Hadak Dergisi 4. sayı)

Hiç yorum yok: